Kaan Eminoğlu Kişisel Blog
Yolunu Kaybedip Dünyaya Düşmüş Bir Serdengeçti

Forum

=> Daha kayıt olmadın mı?

Forum - Atatürkçü Düşünce Sisteminde Laikliğin Yeri

Burdasın:
Forum => Atatürk => Atatürkçü Düşünce Sisteminde Laikliğin Yeri

<-Geri

 1 

Devam->


Feyzioglu
(şimdiye kadar 296 posta)
03.11.2007 10:01 (UTC)[alıntı yap]
1. Lâiklik Kavramı ve Lâikliğin Tanımı :

1.1. Lâiklik Kavramı:

Lâiklik kavramının aslı “Lâik”dir. Sondaki “lik” eki Türkçe bir ektir. Lâik kelimesi, Türkçeye Fransızcadan geçmiştir. Esasen Yunanca olan Lâik kelimesi, yine Yunanca olan Lâikos sıfatından türetilmiştir. Lâikos sıfatı ise, halk anlamına gelen “Laos” kelimesinden bir ek yardımıyla türetilmiştir. Laikliğin türetildiği lâikos kelimesi, Tanrı ile yakın ilgisi bulunmayanlar veya din adamları sınıfına mensup olmayanlar, yani din adamları sınıfının dışında kalan alelade halk tabakasına mensup olanlar anlamına gelir. Din adamları sınıfına veya Tanrı ile yakın ilgisi bulunanlara ise, Kleros adı verilmektedir. Buradan hareketle Lâikos, dinî nitelik taşımayan, Klerikos ise dinî nitelik taşıyan anlamını kazanmıştır. Bu durumda Lâik kelimesi din ve ruhbanlıkla ilgisi olmayan anlamına gelir. Din ile ilgisi olmayan da dinsizlik demek değildir. ‘ Ancak aşağıda çeşitli tanımları verilen Lâiklik bugünkü gerçek anlamını Avrupa düşünce tarihi, özellikle Fransız düşünce tarihi içinde kazanmıştır.

1.2. Lâikliğin Tanımı:

Bugün Lâiklik bilimsel ve felsefî disiplinler tarafından farklı şekillerde tanımlanmakla beraber, bu disiplinler içinde de Lâikliğin tanımı üzerinde tam bir anlaşma yoktur. Bu zorluk sosyal varlıkların mahiyetinden kaynaklanmaktadır. Lâiklik de bir sosyal varlık olarak bu zorluğu yapısında taşımaktadır. Bu zorluğa rağmen lâikliğin belli başlı tanımları aşağıda verilmiştir.

Felsefî Tanımı: Dinî düşünce ile aklî düşüncenin, fizik ile metafiziğin diğer bir deyişle akıl ile imanın yetki alanlarının birbirinden ayrılması demektir. Filozoflara göre Lâiklik, insanın manevî evrimi sonucunda, yani insan aklının geçirmiş olduğu evrim sonucunda ortaya çıkmıştır.

Siyasî Tanımı: Dindaşlık ile yurttaşlık statülerinin birbirinden ayrılması demektir. Bundan dolayı Lâik bir siyasi sistemde devlet adamları ile halkın aynı din veya mezhebe mensup olma şartı bulunmadığı gibi, vatandaşların da aynı din veya mezhebe mensup olma mecburiyeti yoktur. Ayrıca Lâiklik, demokrasinin özellikle liberal demokrasinin manevî temelini teşkil eder. Çünkü demokraside siyasî iktidar meşruiyetini, ilahî otoriteden değil, sosyal otoriteden (millet hâkimiyetinden) alır. Bundan dolayı demokrasi ile Lâiklik bir arada bulunur. Lâiklik bulunmayan yerde demokrasi, demokrasi bulunmayan yerde Lâiklik bulunmaz.

Hukukî Tanımı: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Din, devlet işlerine karışmadığı gibi, devlet de din işlerine karışmaz. Devlet, Tanrı ile kul arasından çekilmiştir. Ayrıca, devletin dinî temeller üzerine dayandırılmamasını da ifade eder. Devletin dayandığı temeller Lâik karakterde olmalı ve hukuk dinamik niteliği ile toplumun dünyevî ihtiyaçlarından kaynaklanmalıdır. Dünyevî ihtiyaçların değişmesine bağlı olarak değişmelidir. Bundan dolayı Lâiklik, dinî bir kavram değil, hukukî bir kavramdır.

Kültürel Tanımı: Dinin kültürel hayatı belirleyen ve yönlendiren tek ve hâkim unsur olmaktan çıkmasıdır. Ahlak, sanat ve felsefe gibi bir kültür unsuru olan din, kültür içindeki imtiyazlı yerini sanata bırakmıştır. Özellikle Atatürkçü düşünce sisteminde Lâikliğin kültürel boyutu çok önemlidir. Çünkü İslam medeniyetinde bazı dinî düşüncelerle müzik, resim ve heykeltraşlık... gibi güzel sanatlar yeteri kadar gelişme imkânı bulamamıştır.

Eğitimsel Tanımı: Genel eğitimin dinî niteliğinden sıyrılarak bilimsel nitelik kazanmasıdır. Lâik sistemde din eğitimi ve öğretimi vardır ve vatandaşların temel hak ve hürriyetleri arasında yer alır. Bu din eğitim ve öğretiminin verilmesi biçimini de her ülkenin özel şartları belirler. Ancak Lâik sistemde dinî eğitim ve öğretim yoktur ve genel eğitim ve öğretim de dinselleştirilemez. Genel eğitim ve öğretimin dinselleştirilmesi, Lâikliğe aykırıdır.

1.3. Lâikliğin Tarihî Gelişimi:

Lâikliğin tarihinde karşılaşılan ilk kavram “Tolerans”dır. Lâtince “Tolerare” fiilinden türetilmiştir. Bu fiil izin vermek, gözyummak, çekmek veya hoşgörmek anlamlarına gelir. Buradan hareketle türetilen tolerans, yabancı veya başka türlü fikir veya davranışları hoşgörme demektir. Toleransın doğuş kaynağı Yunan kültürüdür. Yunan politeizmi kültürel bir din olduğu için, oldukça toleranslıdır. Çünkü din topluma dışardan empoze edilmemiştir. Peygamberi, kutsal kitabı ve kilise organizasyonu yoktur. Diri ve devlet ayrılığı olmamasına rağmen tolerans vardır. Ancak tolerans hiç bir zaman din hürriyetinin yerini tutamaz. Çünkü tolerans yasal bir hak değil, devletin tanıdığı bir tavizdir. Oysa din hürriyeti yasal bir haktır. Gerçek anlamda din hürriyeti ancak Lâik devlet düzeninde bulunur.

İşte Yunan ve Roma’daki tolerans, Hıristiyanlık tarafından ortadan kaldırıldı. Orta çağ boyunca koyu bir taassup (toleranssızlık) hüküm sürdü.Ancak rönesans, coğrafi keşifler, reformasyon ve hümanizm hareketleri sonucunda Hıristiyan taassubu yıkıldı. Bu hareketlerin etkisiyle Avrupa’nın hem maddî hem de manevî hayatında köklü değişiklikler meydana geldi. Bu değişiklikler Fransız ihtilalini hazırladılar. Fransız ihtilalinin hazırlanmasında yeniçağın bilim, sanat ve teknik alanlarındaki gelişmeleri ve modern felsefe akımları etkili oldular. Bilhassa, Fransız ihtilalinin temelinde bulunan “tabiî hukuk teorisi” ile “aydınlanma felsefesi” Lâiklik fikrinin gelişmesinde büyük bir rolü haizdir.

2. Osmanlı İmparatorluğu’nda Teokratik Düzen

2.1. Osmanlı Teokratik Düzeninin Temelleri :

Osmanlı teokratik düzeninin kökleri İslamdan önceye kadar gider. Çünkü İslamlıktan önceki Türk hâkimiyet telakkisi ilahî bir temele dayanır. Karizmatik Türk hâkimiyet anlayışı, hakanlar soyunun insan üstü vasıflarla donanmasını gerektirmiştir. Bu da kendini, hakan soyunun ilahî kaynaktan gelmeleri şeklinde göstermiştir. Ayrıca hakanların halka hükmetmeleri, hakanlara Tanrı tarafından verilen bir hak olarak görülmüştür. Meselâ, Orhun Anıtları Metinlerinde Bilge Kağan şöyle der: “Tanrı, atam İstemi ve Bumin Kağanı milletim üzerine kağan olarak oturttu.” Yine Kurt Efsaneleri hakanlar soyunun ilahî kaynaktan geldiğini göstermektedir.

Osmanlı teokratik yönetiminin temelini teşkil eden diğer bir kaynak İslamlık’dır. Bu kaynağın başında halifelik gelir. Halifelik daha başından itibaren siyasî bir mahiyet kazanmıştır. Çünkü, halifeler Peygamberin dinî liderlik vasfına değil, devlet adamlığı vasfına halef olmaklardır. Halifelerin bu dünyevî nitelikleri, onları tipik bir sultan haline getirmiştir. Halifelerin din alanında yetersiz kalmaları şeyhülislamlık kurumunun doğmasını zorunlu kılmıştır. Şeyhülislamlar, devletin icraatını din adına denetlemişlerdir.

Osmanlılarda bu İslamî kurumlara rağmen, şer’i hukukun (şeriat) yanında örfi hukuk da gelişmiştir. Çünkü hayattaki her olayı, her davranışı dinî açıdan yorumlayan şer’î hukuk (şeriat), toplumun tüm ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmıştır. Ancak hükümdar tarafından konan örfî kanunun şeriate (İslamî hukuk mevzuatına) aykırı olmaması ve toplumun yararına olması gerekir. Şer’î hukukun yanında örfî hukukun bulunmasından dolayı Osmanlı yönetimine yarı-teokrat bir yönetim diyenler de vardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda şer’î hukuk (şeriat), kamu hukuku alanından çok, özel hukuk alanında etkili olmuştur. Osmanlı Padişahı şer’i hukuk (şeriat) vasıtasıyla, hâkimiyet hak ve yetkilerinin sınırlanmasını istemiyor. Buna paralel olarak dinî tesir devlet okullarından çok, vakıf okullarında kendini göstermiştir. Mesela, enderun, medreseye nazaran daha az olarak dinî tesir altında kalmıştır. Medreseler, Osmanlı teokratik düzeninin bir sembolü niteliğini gösterirler. Ayrıca, ilk modernleşme hareketlerinin devlet eliyle, devlet kurumları alanında başlatılması da, şer’î hukukun (şeriat), devlet hayatından çok, toplum ve fert hayatında etkili olduğunu göstermektedir.

2.2. Osmanlı Teokratik Düzeninin Lâiklik Açısından Tahlili:

Lâik bir devlette şu üç temel nitelik bulunur:

* Din ve Devlet Ayrılığı,

* Din Hürriyeti,

* Din Eşitliği.

Din ve Devlet Ayrılığı: Din ve devlet ayrılığının olabilmesi için, dinî kuruluşların devlet teşkilatı dışında bulunması gerekir. Din, devlet işlerine karışmadığı gibi, devlet de din işlerine karışmaz. Ayrıca, devlet dinî ilkelere dayanarak kanunlar da koymaz.

Her şeyden önce, teşkilat bakımından din ve devlet ayrılığı, İslam hukuk mevzuatına temelden aykırıdır. Çünkü, İslam dini devlet düzenini beraberinde getirmiştir. Diğer bir deyişle hazır bir devletin üzerine gelmemiş, kendi ilkeleri üzerine dayalı bir devletin kurulmasını sağlamıştır. İşte bundan dolayı, Osmanlılarda din ve devlet teşkilatı içiçedir. Din, devlet işlerine karıştığı gibi devlet de din işlerine karışmıştır. Ayrıca din adamları devlet memurudur. Din adamları fetvalarıyla devletin icraatını denetim altına alırken, devlet adamı da din adamına istediği gibi hükmetmiştir. Şeyhülislam, fakih ve kadı Padişahın emrindedir. “

Din Hürriyeti: Teokratik devlet düzeninde, dinî devlet sistemi olmasına rağmen din hürriyeti kısıtlıdır. Çünkü, dinin icaplarının yerine getirilmesinde vatandaş zorlanmaktadır. Aynı şeyi Osmanlı Devleti’nde de görmek mümkündür. Günah ile suç devamlı birbirine karıştırılmıştır. Günah olan aynı zamanda suç sayılmıştır. Yine, İslamî açıdan küfür sayılan bir davranış en büyük suç kabul edilmiştir. Mesela, oruç tutmayanların cezalandırıldıklarını, İslamdan çıkanların ölümle cezalandırıldıklarını bilmekteyiz. Bu durumda İslamlık dönüşü olmayan bir yoldur.

Din hürriyeti bakımından aynı kısıtlılığın gayri müslimler için söz konusu olmadığını görmek mümkündür. Bunlar hangi cemaate mensup olurlarsa olsunlar, din, dil gelenek ve görenekleri bakımından tamamen serbest hareket etmek hakkına sahiptirler.

Din Eşitliği: İslamlık, İmparatorluğun resmî dinidir. Diğer dinlere (semavi dinlere) hoşgörülü davranmasına rağmen, onlara nazaran bir çok imtiyazlara sahiptir. Ayrıca devletin resmî dininin yanında, bir de resmî mezhebi vardır. Bundan dolayı İslamın diğer mezheplerine karşı olumsuz tavır takınılmıştır. Siyasî faktörlerin de işe karışmasıyla durum daha çok ağırlaşmıştır.

2.3. Osmanlılar’da Lâikleşme Hareketleri:

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Lâikleşme, batılılaşma şeklinde başlamıştır. Bu hareketler devlet eliyle devlet kurumlarında başlatılmıştır. Modernleşme hareketlerinin devlet eliyle sürdürülmesi geleneği özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında da görülecektir.

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Lâikleşme hareketleri toplumun bütün hayatını kapsayacak şekilde yaygınlık kazanmadığı için, sadece eğitim ve hukuk alanlarında olmak üzere iki başlık altında özetlenmesi uygun görülmüştür.

Eğitim Alanında Lâikleşme: İlk önce askeri eğitim alanında olmak üzere XVIII. yüzyıldan itibaren başlayan batılılaşma hareketleri, batı örneğine uygun askerî okullar açılması şeklinde görülür. Açılan bu okullar, yüksek dereceli meslek okullarıydılar. Bu okullara öğrenci bulma güçlüğü, orta dereceli sivil okulların açılmasını gerekli kılmıştır. Fakat bu okullar açılırken, Osmanlının geleneksel eğitim kurumlarına hiç dokunulmamıştır. Ayrıca, askerî okullar mümkün olduğu kadar dinî tesirin dışında tutulmaya çalışılırken, sivil okullar dinî tesirin dışında ttulamamıştır. Bu arada en iyi şekilde modernleştirdiğimiz kurumun, ordu olduğu anlaşılacaktır.

Hukuk Alanında Lâikleşme: Bilhassa Fransa’dan olmak üzere Avrupa’dan birçok kanun aktarıldı. Fakat bu kanunların şer’î hukukla (şeriatla) çelişen kısımları alınmadı. Çünkü bir tarafdan batı ülkelerini memnun etmek, diğer tarafdan da İslamî hukuk mevzuatının (şeriatın) yürürlükte olduğunu göstermek zorunluluğu vardır. Bunun için bu dönemde yapılan yenilikler yarım ve yararsız tedbirler olarak kalmışlar.

3. Atatürk Devrinde Lâiklik (Atatürkçü Düşünce Sisteminde Lâiklik)

Esas konumuz “Atatürk Devrinde Lâiklik”tir. Bu konuyu mümkün olduğu kadar en iyi şekilde aydınlatabilmek için, önce genel olarak Lâiklik kavramının doğuşu ve tanımı, Lâikliğin tarihi, gelişimi, Osmanlı İmparatorluğunda Lâikliğin doğuşu ve gelişimi hakkında etraflı bir bilgi verildi. Atatürk devrinde Türkiye’de Lâikliği inceleyebilmek için de, önce Türk İnkılâbı hakkında özlü bir bilgi vermek gerekir. Çünkü, Atatürk devrinde Lâikliği anlamak, Türk İnkılâbının ne olduğunu anlamaya bağlıdır.

3.1. Türk İnkılâbının Tanımı ve Amaçları:

Türk İnkılâbını, bu inkılâbın gerçek yaratıcısı olan Atatürk’ün kendisinden öğrenmek yerinde bir davranış olacaktır. O, Türk inkılâbı hakkında şunları söylüyor:

“Türk İnkılâbı nedir? Bu inkılâp, kelimenin ilk anda akla getirdiği ihtilâl mânasından başka, ondan daha geniş bir değişme ifade etmektedir”.

Atatürk bu sözünde, Türk İnkılâbının ihtilâl ile karıştırılabileceğini, oysa inkılâp ile ihtilâlin farklı şeyler olduğunu ifade etmeye çalışmaktadır. Ona göre inkılâp, ihtilalden daha geniş bir anlam taşımaktadır. İhtilal, inkılâp için ancak bir başlangıç veya inkılâbı başlatıcı bir etken olabilir. Oysa, inkılâp bir süreç veya bir evrim (tekamül)’dir. Acaba neyin evrimidir? Bu sorunun cevabını da Atatürk’den alalım. Ona göre, “bugünkü devletimizin şekli, asırlardan beri gelen eski şekilleri bertaraf eden en mütekâmil tarz olmuştur”. O halde evrim geçiren şey, Türk devletinin şekli olmuştur. Atatürk’e göre, devletimizin bugünkü şekli yüzyıllar süren bir evrimin sonucudur. Türk devletinin evrim geçirerek aldığı en son şekil, bugüne kadar tarih sahnesine çıkmış Türk devlet şekillerinin en olgunu ve en yetkinidir.

Bir evrim konusu olan Türk devlet şeklinin ne gibi temel niteliklere sahip olduğunu incelerken de yine Atatürk’e başvurmakta yarar vardır. Çünkü, Türk devlet şeklinin temel nitelikleri, Türk İnkılâbının amacının tesbitinde, bize hareket noktası olacaktır. Atatürk’ün düşündüğü modern devletin birinci niteliği, millet realitesine dayanmasıdır. Yani millî bir devlet olmasıdır. Modern devletin dayandığı milletin özelliğini ise şöyle açıklıyor: “Milletin varlığını devam ettirmesi için, efradı arasında düşündüğü müşterek bağ yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dinî ve mezhebi bağ yerine Türk milliyeti rabıtasıyla efradını toplamıştır”.

Atatürk’e göre, yeni Türk devletinin vatandaşları birbirlerine dinî ve mezhebî bağ yerine, Türk milliyeti bağ ile bağlanmış olacaklar. Artık, yeni Türk devleti, vatandaşları bir ümmetten ibaret olan teokratik bir devlet değil, aynı milletin bireylerinden meydana gelen millî bir devlettir.

Türk inkılâbının bir ürünü olan yeni Türk devletinin diğer bir temel niteliği, bu devletin medenî (uygar) olmasıdır. Sadece, devletin şekli değil, devletin ait olduğu millet de medenî olacaktır. Diğer bir deyişle, Türk İnkılâbının temel amacı, Türk toplum ve devletini medenileştirmektir. Atatürk, bu konuyla ilgili fikrini şöyle açıklamaktadır:

“Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını, tamamen asrî ve bütün mânâ ve eşkaliyle medenî bir heyet-i içtimaiye haline isal etmektir”.

Buradaki medenileşme, uygarlaşma anlamında ele alınmıştır. Çağdaş bilim, teknik, felsefe, sanat ve bilimsel zihniyeti almak demektir. Atatürk’ün en çok işlediği konulardan biri olan medenileşme, onda değişik biçimlerde ifadesini bulmaktadır. Örneğin, “Türk kültürünü çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkartmak”, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” gibi sözleri bunlardan en bilinenleridir.

Ona göre çağdaş medeniyeti almak, bir varlık meselesidir. Türkiye’nin varlık sebebi, çağdaş bilim ve tekniği almasıdır. Çünkü, bilim ve tekniğe yabancı kalanlar, çağdaş bilim ve tekniğin bir ürünü olan çağdaş medeniyetin karşısında yok olmaya mahkûmdurlar. Yani hayat sahnesinden silinmektedirler.

Türk İnkılâbının diğer bir amacı olan demokratik devlet düzeninin kurulması, bir evrim” sonucu gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle, Türk İnkılâbının amaçlarından biri de, demokratik yeni bir Türk devleti kurmaktır. Atatürk, konuyla ilgili olarak şöyle diyor: “Tezahür eden millî mücadele, harici istilâya karşı vatanın kurtuluşunu yegâne hedef saydığı halde, bu millî mücadelenin muvaffakiyete erdikçe safha, safha bugünkü devre kadar millî hâkimiyet idaresinin bütün esaslarını ve şekillerini tahakkuk ettirmesi tarihin tabiî ve önüne geçilmez icaplarındandır”.

Türk İnkılâbının temel amaçlarından sayılan demokratlaşma meselesini Atatürk, II. Meşrutiyet ile Türk İnkılâbını karşılaştırırken daha açık olarak ifade etmektedir. Ona göre, “10 Temmuz İnkılâbı bir hükümdar-ı müstebitle millet arasında en nihayet kayıt ve şurût ile muvazene arayan bir zihniyeti istihsale matuf idi. Halbuki bizim inkılâbımız, usul-ü meşrutiyeti dahi hürriyet ve istiklâl-i millet için kafi görmez ve bilâkaydüşart hâkimiyeti milletin uhdesinde tutan esaslı bir umdeye istinat eder.”

Türk İnkılâbı hakkında yapılan açıklamalara dayanarak şöyle bir hükümde bulunmak mümkündür: Türk milletinin ve devletinin asırlardan beri geçirmiş olduğu bir evrim sonucunda ortaya çıkan yeni millet ve devlet anlayışı, Türk İnkılâbının bir ifadesidir.

Türk İnkılâbının tanımı ve amacı ile ilgili açıklamalara, Atatürk’ün CHP’nin 15-20 Ekim 1927 tarihinde toplanan İkinci Büyük Kongresinde, inkılâbın genel bir değerlendirmesini de yaptığı konuşmasıyla son vermek istiyoruz. O, Türk İnkılâbının amacını şöyle açıklıyordu:

“Efendiler, bu vaziyet karşısında tek karar vardı. O da hâkimiyet-i milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek.
İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar bu karar, olmuştur.”

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 488
Bütün postalar: 5830
Bütün kullanıcılar: 456
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
mukemmel.tr.gg Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol