Varoluşçuluk-Jean Paul Sartre
Esir düştüğüm günlerdeydi. İlgi çekici bir Cizvit(tarikat mensubu) tanımıştım. Papazlar arasına katılışı şöyle olmuştu: Bir sürü bahtsızlığa uğramış hayatta. Daha çocukken babası ölmüş, yoksul ve kimsesiz kalmıştı. Bunun üzerine bir din okuluna sığınmıştı. Yazık ki bu durumu durmadan başına kakılıyordu çocukcağızın, acındığı için içeri alındığı duyuruluyordu kendisine. Bu yüzden, küçüklerin hoşlandığı o onur yüceltici, okşayıcı hareketleri görmedi hiç. Üstelik on sekizine gelince başarısızlıkla biten bir aşk serüveni geçirdi. Yirmi ikisinde subaylık sınavını kazanamadı. Önemsiz bir şey belki, ama onun için bardağı taşıran bir damla oldu bu.
Genç adam şöyle düşünebilirdi: Tam başarısızlığa uğramıştı, yenilmişti. İşte bu bir işaretti. Ama neyin işareti? Koyu bir üzüntü ya da umutsuzluğa kapılmak içten bile değildi. Öyleyken delikanlı enine boyuna bir güzel düşündü, şuna karar verdi: Evet bir işaretti bu. İşaret de gösteriyordu ki dünya işlerinde zafer kazanacak bir kimse değildi o, böylesi işler için yaratılmamıştı. Dinin, ermişliğin, inancın(imanın) getireceği başarılar için yaratılmıştı. Ancak bu yoldan zaferler kazanabilirdi. Sonunda, Tanrının bir işareti saydı bunu. Kakltı tarikata girdi, Cizvit oldu. Görüldüğü üzere, bir işaretin anlamı üzerine karar verirken tek başınadır insan. Nitekim bunca başarısızlık karşısında delikanlı bir başka karar da verebilirdi: Sözgelimi devrimci ya da doğramacı olmak isteyebilirdi. İstemediğine göre işareti yorumlamanın bütün sorumluluğu onundur, yalnızca onun omuzlarındadır.
Jean Paul Sartre,Varoluşçuluk, Çev:Asım Bezirci, Say Yayınları, 2012, sayfa 52-53